Türkiye'de demokrasi konusu, Cumhuriyet tarihi boyunca gündemden hiç düşmemiş olsa da, bu alandaki tartışmalar, ciddi boyutlardaki kavram karmaşası nedeniyle, olması gerekenden çok daha farklı düzlemlerde yaşandı. Kullandığı kavramları kendi düşünce geleneğinden üretememiş olan, bu nedenle de içselleştiremediği emanet mefhumlar üzerinden siyaset yapmaya çalışan Türk entelijansiyası, demokrasi anlayışına da, çoğu zaman, gerçekte ifade ettiğinden farklı anlamlar yükledi.
Bu durumun en belirgin özelliği, cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren 'hakimiyet-i milliye' çerçevesinde ele alınan demokrasinin, başlı başına bir değer olarak değil, meçhul bir istikbalde varılması gereken bir menzil olarak görülmesiydi. Zira cumhuriyet elitlerinin amacı kendi içinde ve kıymeti kendinden menkul bir değer olarak yücelttikleri asıl ideal Batılılaşmaydı. Demokrasi de dahil olmak üzere bütün diğer kavramlar, bu ideale hizmet ettikleri müddetçe gerekli ve değerliydiler. Bir başka deyişle, demokrasi, halkın taleplerini (bu talepler ne olursa olsun) yerine getirerek dayatmaların önüne geçebilmesi itibariyle değil, kendinde elitlik ve kader belirleyicilik vehmeden bir zümrenin zihnindeki Batılılaşma idealine hizmet edebildiği ölçüde önemliydi.
Bu anlayışa göre, eğer halk (sözgelimi) hilafetin devamını isterse, bu durumda demokrasi bir tür 'prematüre doğum' olarak algılanıyordu. Ancak aynı halk, iradesini Batılılar gibi giyinmek ya da yaşamak yönünde tecelli ettirecek olursa, o zaman demokrasi, 'zamanı gelmiş bir uygulama' olarak görülebilirdi. Dolayısıyla, esas olan, halkın kendisi için ne istediği değil, bu isteğin iktidardaki azınlıkça makul karşılanıp karşılanmayacak olmasıydı.
Bu noktada, 'Madem hakimiyet-i milliyenin tecellisi ancak siyasi iktidarın arzularıyla örtüşmesi durumunda muteber oluyor, o zaman sosyal politikaların yapılmasında belirleyiciliği halka veren bir rejimin baştan reddedilmeyip müstakbele tevdi edilmesinin nedeni neydi?' gibi bir soru zorunlu hale geliyor. Tek parti iktidarından bu yana bu soru, 'halkın henüz kendi adına karar alabilecek bilince ulaşmamış olması' ekseninde yanıtlanmış olsa da, demokrasinin de örnek alınmak istenen Batıdan ithal edilmiş bir kavram olduğunu ve kendisini Batılılaşmayı seçici olmadan benimsemek zorunda hisseden tek parti rejiminin bu nedenle demokrasiyi bir kenara koymakta doğal olarak zorlanacağını da hesaba katmak gerekli. (Daha sonraki yıllarda Avrupa'da faşist ideolojinin yükselişe geçmesiyle birlikte tek parti ideologlarının demokrasiye ilke bazında da karşı çıkan beyanatlarının artması bu yaklaşımı doğruluyor.)